“Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.” (Enbiya,32)
Evren 13,7 milyar yıl önce Big Bang adı verilen Büyük Patlamayla yaratılmıştır.Big Bang alışılageldiğimiz patlamalardan farklıydı.Uzayın kendisi de bu patlamayla oluştuğundan,patlama oluşan uzayın her noktasında aynı şekilde hissediliyordu ve bir merkezi yoktu.Bu bir balonun şişmesine benzetilebilir,balon şiştikçe balonun üzerindeki her nokta birbirinden uzaklaşacaktır.Big Bang den önce ne olduğu bilinmiyor,zaten bu evrenin zamanı da bu patlamayla yaratıldığından öncesini sormak ta anlamsızlaşıyor.Bunu gibi başlangıcın 10^-44 üncü saniyesinden öncesini de bilmek fizik yasaları açısından olanaksız.Çünkü bu zaman miktarı Planck zamanı olarak adlandırılıyor ve bundan küçük bir zaman birimi tanımlanamıyor.Bilim adamları ilk yüzde bir saniyeden sonrası için bazı öngörülerde bulunabiliyorlar.
Saniyenin yüzde biri kadar zaman sonra evrenin sıcaklığı yüz milyar derece santigrat civarındaydı.Bu patlamada birbirinden hızla uzaklaşan madde,temel parçacıklar denen çeşitli parçacıklardan oluşmuştu.Bunlardan en bol bulunanları,elektronlar,pozitronlar,nötrinolar,fotonlardı.Bu parçacıklar sürekli olarak salt enerjiden yaratılıyorlar,kısa süre yaşadıktan sonra yok oluyorlardı.Dolayısıyla bu parçacıkların sayılarını yaratılma ve yok edilme süreçleri arasındaki denge belirliyordu.Ortamda ayrıca ağır proton,nötron gibi ağır parçacıklardan da az bir miktarda vardı ve bu kozmik çorbanın yoğunluğu suyun yoğunluğunun 4 milyar katıydı.
Patlama sürdükçe sıcaklık düştü;onda bir saniye sonra 30 milyar santigrat dereceye,bir saniye kadar sonra 10 milyar dereceye ve 14 saniye sonra da 3 milyar dereceye indi.Bu yeteri kadar soğuk olduğundan ,elektronlar ve pozitronlar,fotonlar ve nötrinolardan tekrar yaratılmalarına oranla daha çabuk yok olmaya başladılar.Maddenin bu yok olması sırasında açığa çıkan enerji,evrenin soğuma hızını geçici olarak yavaşlattı.Ancak sıcaklık düşmeyi sürdürdü ve ilk 3 dakikanın sonunda 1 milyar dereceye indi.Artık evren,protonların ve nötronların karmaşık çekirdekler oluşturmaya başlamaları için yeteri kadar serindi.Çekirdeklerin oluşması,önce bir proton ve nötrondan oluşan ağır hidrojen (döteryum) çekirdeği ile başladı.Yoğunluk hala yeteri kadar yüksek olduğundan ,bu hafif çekirdekler bir araya gelip iki proton ve iki nötrondan oluşan helyum çekirdeğini oluşturdular.
İlk 3 dakikanın sonunda evrenin içeriği,çoğunlukla ışık,nötrinolar ve karşı nötrinolardan oluşuyordu.Az miktarda çekirdek maddesi vardı;bu madde ,%73 hidrojen ve %27 helyumdan oluşuyordu ve ortamda elektron-pozitron yok olması döneminden artakalan az sayıda elektron da vardı.Henüz atomlar oluşmamıştı,ancak yıldızları yaşama başlatacak olan yapı taşları,daha ilk 3 dakikada hazırlanmış olan bu parçacıklardır.
Evrenin ilk anlarında dört temel kuvvet de tek bir kuvvet halindeydi.Bu kuvvetlerden önce kütleçekimi ayrıldı.Daha sonra sırasıyla atom çekirdeklerini bir arada tutan şiddetli kuvvet,nötrino etkileşmelerinde ve parçacık bozunmalarında etkili olan zayıf kuvvet ve elektrik yüklü parçacıklar arasında etkili olan elektromanyetik kuvvet ayrıldı.Yüksek enerjilerde bu kuvvetlerin birleşerek yine tek bir kuvvet haline geleceği öngörülüyor.
İlk 3 dakikadan sonra evren soğumaya devam etti.Bu aşamada evrenin içeriği çoğunlukla,elektron,proton,hidrojen ve helyum çekirdekleri nötrinolar ve fotonlardan oluşuyordu.Sıcaklık henüz atomların oluşmasına olanak verecek kadar düşmemişti.Ortamdaki madde plazma halindeydi ve ışık parçacıkları olan fotonlar elektronlara ve çekirdeklere çarparak fazla yol alamıyordu.Evren optik olarak tam anlamıyla mat bir haldeydi.300.000 yıl bu şekilde geçti.300.000 yıl sonra sıcaklık,atom çekirdeklerinin elektronları yakalayıp atomları oluşturmasına olanak verecek kadar soğudu.Bu şekilde hidrojen ve helyum atomları oluştu.Parçacıklar atomları oluşturup,ortam nötrleşince ışık ta serbest kaldı ve özgürce yol almaya başladı.Bu sırada sıcaklık 3000 Kelvin derecesiydi (0 Kelvin=-273 Santigrat derece).O zaman özgür kalan ışınımı bugün biz mikrodalga fon ışınımı şeklinde gözlemliyoruz.Evrenin genişlemesiyle bu ışınım yaklaşık 3 Kelvinlik bir cismin yaydığı ışınımın enerjisine düşmüştür ve mikrodalga bölgesine kaymıştır.
Mikrodalga fon ışınımının dağılımına baktığımızda yer yer topaklanmaların olduğunu,bazı bölgelerin ortalamanın üstünde biraz daha sıcak,bazılarının da daha soğuk olduğunu görürüz.Soğuk bölgeler nispeten maddenin daha yoğun olduğu bölgelerdir ve bu şekilde o dönemdeki madde yoğunluğu hakkında bir fikir sahibi olabiliriz.Hidrojen ve helyum gazı halindeki madde yer yer topaklanmıştır.
Bu karanlık dönemin ardından,400 milyon yıl sonra evrendeki gaz,ipliksi yapılar halinde topaklanmaya devam etmiş ve ilk galaksiler oluşmaya başlamıştır.İlk yıldızlar ışıklarını yaymaya başlayınca evrende yavaş yavaş aydınlık ta oluşmaya başlamıştır.
Bu konuya Kur’an-ı Kerim’de de değinilmektedir.
"Yaratılışça
siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allâh) onu yaptı.
Kalınlığını (tavanını) yükseltti, onu düzenledi.
Gecesini örtüp kararttı, kuşluğunu (güneşinin ışığını) açığa çıkardı.
Bundan sonra da yeri yayıp yuvarlattı."(NAZİAT-27,28,29,30)
Big Bang patlaması esnasında 10^-35 inci saniyede evren muazzam bir şişme süreci yaşadı.Bu sürece şişme (inflation) adı verilmektedir ve evrenin bugünkü haline gelmesinde çok önemli bir rolü vardır.Daha sonra evrenin genişlemesi gittikçe azalan bir hızda devam etti.” Kalınlığını (tavanını) yükseltti, onu düzenledi.” (Naziat,28)
İlk 300.000 yıl içinde karanlıktan ve aydınlıktan söz etmek anlamsızdı.Işık ışınları ortamdaki proton ve elektronlara çarparak rahatça yol alamıyordu ve evren o sıralarda mattı.Protonların elektronları yakalayıp atomları oluşturmasıyla ışık özgür kaldı ve evren saydamlaştı.Bu aşamada ışığın kaçmasıyla karanlıktan söz edilebilir oldu.Yıldızlar oluşana kadar evren karanlığa gömüldü.İlk yıldızlar oluşmaya başlayınca evren de yavaş yavaş aydınlanmaya başladı.
” Gecesini örtüp kararttı, kuşluğunu (güneşinin ışığını) açığa çıkardı.” (Naziat,29)
Daha sonra evrende büyük bir hızla galaksiler ve yıldızlar oluşmaya başladı.Bu yıldızların bir çoğunda gezegen sistemleri oluştu ve Güneşimizin etrafında da evrende yaşamın olabilmesi için çok özel bir yere sahip olan Dünyamız oluştu ve yaşamın olabilmesi için uygun hale getirildi. “Bundan sonra da yeri yayıp yuvarlattı." (Naziat,30)
Burada karanlık maddeden söz etmek yararlı olacaktır.Evren içeriğinin %23-25 kadarı karanlık maddeden oluşmaktadır.Hiç bir ışınım yapmadığı için karanlık madde adını almıştır.Ayrıca hiçbir parçacıkla etkileşime girmemektedir.Etkisi ancak kütleçekimiyle kendini belli etmektedir.Evrenin ilk dönemlerinde karanlık madde de yer yer topaklanmış ve normal maddeyi kendine çekerek maddenin daha çok topaklanmasına yol açmıştır.Galaksi kümeleri karanlık maddenin yoğun olduğu yerlerde oluşmuştur.Adeta galaksileri dağılmamaları için tutan bir tutkal gibi davranmıştır.
Evrenin içeriğinin %72-75 kadarını karanlık enerji oluşturmaktadır.Adı üstünde,bu enerji hakkında pek bir şey bilinmemektedir ancak itici etkisiyle evrenin genişlemesinde rolü olduğu düşünülmektedir.Anlaşılan,yüzmilyarlarca galaksisiyle,trilyonlarca yıldızıyla,gaz ve toz bulutlarıyla bildiğimiz evren,gerçek evrenin sadece %5 kadarını oluşturmaktadır.Geriye kalan kısmı ise bizim için karanlık.
Evrenin Bileşimi
Big Bang den yaklaşık 400 milyon yıl sonra ilk galaksi öncülleri oluşmaya başlamış ve ilk yıldızlar parlamıştır.İlk yıldızlar sadece hidrojen ve helyumdan oluşuyorlardı.Diğer elementler ise bu yıldızlardaki nükleer reaksiyonlarla oluşup,süpernova patlamalarıyla uzaya yayılıyorlardı.Daha sonra gelen ikinci kuşak yıldızlar,hidrojen ve helyumun yanında ağır elementler dediğimiz bu diğer elementleri de içermektedir.Güneşimiz de bu ikinci kuşak yıldızlar arasındadır.İkinci kuşak yıldız sistemlerinin bir özelliği de bir çoğunun gezegenlere sahip olmasıdır.Yıldız oluşurken etrafındaki ağır elementlerden oluşan toz bulutları yoğunlaşarak gezegenleri oluşturmuşlardır.Daha sonra yıldızın ışınım basıncı,geriye kalan toz ve gaz bulutlarını sistemden uzaklaştırarak,gezegenleriyle yıldız sistemlerinin oluşmasını sağlamıştır.Güneş Sistemi de böyle oluşmuştur.
Bir yıldızın çevresinde dönen bir gezegen uzay-zamanda 4. boyuta eğrilmiş bir çukurun etrafında dönen bir başka çukur gibidir.Yerçekimi,kütleçekiminin uzay-zamanı eğmesi sonucu olumaktadır ve düşen cisimler tıpkı bir çukurun etrafında olup ta aşağıya yuvarlanan küçük bilyeler gibidir.Dünyanın dönmesiyle birlikte uzay-zaman da kendi üzerine dolanmaktadır.Çerçeve sürüklenmesi adı verilen bu etki,aynen bir kişinin yatakta dönerken çarşafı üzerine dolaması gibidir.Çok küçük olan bu etki (yılda 0,000011 derece),Gravity Probe B uydusuyla ölçülmüştür.
Burada bir Kur’an mucizesi daha karşımıza çıkmaktadır.
"Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine dolar, gündüzü de gecenin üzerine dolar. Güneşi ve ayı buyruğu altına almıştır. Her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki O, aziz ve çok bağışlayandır."(ZÜMER-5)
“"Geceyi gündüzün üzerine doluyor." Burada geçen "tekvîr" kelimesi, dönen bir cismin üzerine sarmak demektir. Bu ifade, dünyanın yuvarlaklığına delâlet eder. Bu anlamda olmak üzere kumaş ve sarık hakkında da "keuvera" fiili kullanılır ki, onun bir kısmını bir kısmı üzerine atmak, katlamak demektir.”
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları
Çerçeve Sürüklenmesi Etkisi
Dünyanın yuvarlak olması ve çerçeve sürüklenmesi etkisini hesaba kattığımızda,gece ve gündüz tam olarak birbiri üzerine dolanmaktadır;hatta gecenin bir kısmı gündüzün içine geçmekte,gündüzün bir kısmı da gecenin içine geçmektedir,ve miktarı 0,000011 derece/yıl dır.Bu da insanlara açık bir delil (ayet) dir.
Evrenin günümüzdeki durumuna bakacak olursak,evrenin genişlemesi devam etmektedir.Evren,adeta şişen bir balonun yüzeyi gibi genişlemekte ve uzak galaksiler bizden daha hızlı uzaklaşmaktadır.Uzak galaksilerin daha hızlı uzaklaşması gözlem yapılan yere bağlı olmayıp,evrenin herhangi bir noktası için geçerli bir durumdur.
Evrenin içerdiği madde yoğunluğuna bağlı olarak,evren yeteri kadar genişleyip tekrar kendi üzerine kapanabilir (Big Crunch) ya da genişlemesini sürdürebilir.Son gözlemler evrendeki madde yoğunluğunun bu ikisinin arasında,kritik bir değerde olduğunu göstermektedir.
Fizikte yeni yaklaşımlara gelecek olursak,ilk olarak sicim teorisinden söz etmek yerinde olacaktır.Bu teoride temel parçacıklar hayal ettiğimiz gibi nokta şeklinde değil de,çeşitli frekanslarda titreşen sicimler olarak ele alınır.Bu sicimlerin tipik uzunlukları 10^-33 cm. (yani,0,000000000000000000000000000000001 cm.).Sicimin her bir titreşim kipi değişik kuantum özelliklerine sahiptir.Böylelikle kütleçekimi ve kuantum kuramı aynı teori içinde yer alabilmiş olur.Birden fazla sicim teorisi vardır.Bozonik sicim teorisinde uzay-zaman 26 boyutludur (25 uzay+1 zaman).
Bir fizik kuramında her bozona karşılık gelen aynı kütlede fermiyon varsa bu simetriye “süpersimetri” denir.Bu simetride her parçacığın bir eş parçacığı bulunur;örneğin quarklarla birlikte squarklar,fotonlarla birlikte fotinolar.Eş parçacıkların aynı kütlede olması durumunu,ancak çok yüksek enerjilerde bunlar arasındaki simetrinin kırılmamış olması durumunda gözleyebiliriz.Günümüz hızlandırıcılarında oluşturulabilinen enerji düzeylerinde aradaki simetri kırılmış olduğundan eş parçacıkların kütlelerinin oldukça büyük olması gerekiyor,bu da onların gözlenmelerini zorlaştırıyor.CERN Parçacık Hızlandırıcısında önümüzdeki yıllarda bu konuyla ilgili deneysel verilerin elde edileceği düşünülüyor.
Eğer sicim kuramında süpersimetri varsayılırsa,o zaman kuantum mekaniğiyle tutarlı olabilmesi için uzay-zamanın boyut sayısı 10 (9 uzay+1 zaman) olması gerekir.Yani yaşadığımız 4 (3 uzay(en,boy,yükseklik)+1 zaman) boyuta ek olarak 6 boyuta daha ihtiyacımız var.
Peki bu boyutları neden göremiyoruz?Bu boyutlar 10^-33 cm. ölçeğine sıkışmıştır.Kendi evrenimizi anlayabilmek için 10 boyutlu uzayı 4 boyut üzerine izdüşürmemiz gerekiyor.Geriye kalan 6 boyut ise çeşitli ve son derece ilginç biçimlerde kendi üzerine büzüşmüş olarak uzay-zamanın her noktasında bulunmaktadır (Calabi-Yau uzayları).Fizikçiler her şeyin kuramı denilen tek bir teori ararken bir çok sicim teorisi keşfettiler.Bunlardan bazılarında sicimlerin uçları açıkken,bazılarında sicimler ilmek gibi kapalıdır.Ancak hepsi süpersimetriktir ve kütleçekimini de içerirler.
Calabi-Yau Manifoldu
1987 de süper-zar teorisi geliştirildi.Burada temel parçacıklar sicim değil de zar şeklinde ele alınır.Bu teoride uzay-zaman 11 boyutludur ve 11 boyut süpersimetrinin izin verdiği en yüksek boyut sayısıdır.
1995 ten sonra beş süpersicim kuramının ve 11 boyutlu süperçekim kuramının,daha temel bir kuramın özel durumları olduğu gösterildi.Bu kurama verilen isim “M-Kuramı”ydı.M-Kuramının 11 boyuttaki temel öğesi sicim değil,zardır.Farklı sicim teorileri M-Kuramının çeşitli farklı görünümleriydi.
11 boyutttan fazla boyutlar içeren kuramlar da vardır.13 boyutlu S-Kuramı ve 12 boyutlu F-Kuramı daha yüksek boyutlardaki kuramlardır.Özellikle S-Kuramı umut vaat etmektedir,bu kuramdan M,F ve beş süpersicim kuramının,simetri prensipleri kullanılarak elde edilebileceği gösterilmiş bulunuyor.F,S ve 11 den yüksek boyutlarda tanımlanan kuramların ilginç bir özelliği de,bunların süpersimetrik olabilmeleri için,uzay-zamanın bir değil iki zaman boyutu içermesi gerektiği.Daha önce iki zaman boyutu içeren kuramlar nedensellik ilkesini çiğnediği için terk edildi.Ancak son yıllarda S-Kuramı içinde nedensellik ilkesinin nasıl korunabileceği gösterilmiş ve iki zaman boyutu içeren bir uzay-zamanda anlamlı olan bir çok fiziksel kuram tanımlanmış bulunuyor.Bu tür kuramlara kısaca “iki zaman fiziği” deniyor.
M-Kuramında zarlar sadece 2 boyutlu değildir.Daha genel olarak 3 boyutlu,5 boyutlu,10 boyutlu zarlar bulunabilir.Bunlar kısaca D-zar olarak adlandırılır.Örneğin;1-zar=sicim,2-zar=bildiğimiz zar,3-zar=3 boyutlu zar,4-zar,5-zar,vb… Bu kuramın ilk büyük başarısı,kara deliklerin D-zarlar kullanılarak modellenmesiydi.Sonraki yıllarda D-zarlar,kuramsal yüksek enerji fiziğinde ve diğer bir çok alanda başarıyla kullanıldı.
D-zarların çok sayıdaki önemli fiziksel özellikleri ve dinamik olmaları,içinde yaşadığımız evrenin de bir D-zar olup olmadığı sorusunu akla getirmekte.Gittikçe yaygın kabul gören bu görüşe göre evrenimiz 10 yada 11 boyuttaki ana uzay içerisinde yüzen 4 boyutlu (3+1) bir zardır.Ana kütle uzayı (bulk space) içinde dolaşan ve çeşitli frekanslarda titreşen sicimlerin uçları bizim evrenimize değince biz onları parçacık olarak algılıyoruz.
Bu teoriler henüz tek bir teori haline getirilemedi.Hangisinin gerçek olduğu yapılacak deneylere,gözlemlere ve daha derin kuramsal çalışmalara bağlı olarak ortaya çıkacaktır.
Ancak ben,Kur'an-ı Kerim'de bahsedilen yedi göğün,sözkonusu farklı boyutlar olduğunu düşünüyorum.
“Sizin üstünüze sapasağlam yedi-gök bina ettik.” (Nebe,12)
“Andolsun, biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık; Biz yaratmada gafiller değiliz.” (Müminun,17)
“O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?” (Mülk,3)
“"Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?"”
(Nuh,15)
Ve bu 7 gök içinde bizim evrenimiz olan “Yakın Gök” yani “Dünya Göğü” de yıldızlarla donatılmıştır.
“Şüphesiz biz dünya göğünü 'çekici bir süsle', yıldızlarla süsleyip-donattık.” (Saffat,6)
Yıldızların bulunduğu "Yakın Gök" ,ana uzay içerisinde yüzen 4 boyutlu (3 uzay+1 zaman) bir D-zar dır.
Konu için yazılan bütün tefsirlerde bu konunun anlaşılamadığı,çeşitli yorumlar getirildiği görülüyor.Gerçi bu konuda alınacak çok yol var,bu sadece tünelin ucundaki ışığa benziyor.Ancak Allah ayetlerini zamanı geldiğinde gösteriyor.
"Yaratılışça
siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allâh) onu yaptı.
Kalınlığını (tavanını) yükseltti, onu düzenledi.
Gecesini örtüp kararttı, kuşluğunu (güneşinin ışığını) açığa çıkardı.
Bundan sonra da yeri yayıp yuvarlattı."(NAZİAT-27,28,29,30)
“De ki: "Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O'na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir."
Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti.
Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler.
Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir.” (Fussilet,9,10,11,12)
İki suredeki ayetlerde anlatılanlar çelişkili gibi görünüyor değil mi?Aslında değil.
Naziat Suresi’nde evrenin yaratılışı ve sonra yerin düzenlenmesi anlatılıyor.Fussilet Suresi’nde ise dağların,bereketlerin varedilmesi,rızıkların takdir edilmesi ve daha sonra göklerin yaratılması anlatılıyor.
Kuantum fiziğinde kuantum dalga fonksiyonu adında bir kavram vardır.Maddenin doğası bu şekilde bulunur ve bu fonksiyon zamanın yönüne bağlı değildir.Buna U süreci denir.Bir gözlem yapıldığında veya gerekli şartlar oluştuğunda biz dalga fonksiyonunu bir noktaya çökmüş halde ve ölçülebilir bir fiziksel olgu (örneğin parçacığın konumu,momentumu,spini vb…) olarak görürüz.Buna da R süreci denir.U sürecinde takdir edilmiş,özellikleri belirlenmiş bir dalga fonksiyonu vardır,ancak henüz gözlem sahasına çıkmamıştır.R sürecinde ise bu fonksiyon çökerek bizim gözlediğimiz bir fenomene dönüşür ve R süreci,zamanın yönüne bağlıdır.
4 günde yerin insanlar için takdir edilmesi rızıkların takdir edilmesi:
” Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti.” (Fussilet,10)
Aşağıdaki ayetlerde de buyurulan,iki günde göklerin tamamlanması,Dünya Göğünün yıldızlarla donatılması:
“Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler.
Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir.” (Fussilet,11,12)
Ben “yevm” yani gün kavramının aşama,evre anlamında olduğu gibi zaman boyutu olabileceği kanısındayım.”İki zaman fiziği” konusu bu yazıda geçmişti,yani iki zaman boyutlu teoriler.İki zaman boyutunda 7 gök tamamlandı,Yakın Gök yıldızlarla donatıldı,Dünya canlılar için yaratıldı.Bunlar iki zaman boyutunda oldu,yani Yer de 2 zaman boyutunda ya da aşamada yaratıldı.Yani 2 günde.Bunu kuantum kuramındaki R sürecine benzetebiliriz,yani açığa çıkma,eyleme,harekete çıkma.
Daha önceden de yeryüzü canlı hayatın yaratılması için hazırlandı.Rızıklar takdir edildi,ancak henüz eylem sahasına çıkmamıştı.Bunu da U sürecine benzetebiliriz.Bu da 4 zaman boyutunda ya da aşamada oldu.
Kısaca özetleyecek olursak,4 günde Yerin takdir edilmesi;2 günde de yedi göğün yaratılması.İki gündeki süreçte göklerin zamanının başlatılması,zamanla gelişen olaylar var.Ve de evrenin oluşması,galaksilerin ve yıldızların yaratılması,Dünyanın ve hayatın yaratılması.
2 günde gerçekleşen süreç,Naziat Suresi'nde anlatılan süreç olmaktadır.
"Yaratılışça
siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allâh) onu yaptı.
Kalınlığını (tavanını) yükseltti, onu düzenledi.
Gecesini örtüp kararttı, kuşluğunu (güneşinin ışığını) açığa çıkardı.
Bundan sonra da yeri yayıp yuvarlattı."(NAZİAT-27,28,29,30)
Gökleri ve yeri yaratan Allah ne yücedir.Ki onları altı günde yaratmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder